Şeftali Ağacının Dört Mevsimi

​​​“İçinizde anlatılamamış bir hikaye ​​​​​​​​​taşımaktan daha büyük bir sıkıntı yoktur.” Maya Angeolu

Yürümekten takati kesilmişti. Biraz soluklanmak için oturdu. Bacakları uyuşmuştu. Falcının dediklerini birebir yapmıştı işte. “Bacakların takatsiz kalana kadar yürüyeceksin. Tek bir adım dahi atamayacağını hissettiğin yerde oturacaksın ve onu göreceksin.” Birkaç adım daha atmaya yeltendi ama başaramadı. Olduğu yere çöktü. Az gerisinde, gölgesi kendine doğru uzanmış bir ağaç farketti. Kendini ağacın gölgesine çekti. Sırtını dayadı ve derin bir nefes alıp yukarı baktı.Tahmin ettiği gibi şeftali ağacına benziyordu. Çiçeklerini, tıpkı pembe-beyaz bir bahar akşamı gibi uzanan dallarını seyretti. Çantasından buruşmuş defterini çıkardı. Ara ara yerinden koparılmış yapraklar ve yazılıp silinmiş yarım cümlelere baktı. Defterin arasında kalmış silgi kırıntılarını silkelerken “Dediğin şey bende yok falcı. Bulamadım işte onu!” dedi ve çantasını umutsuzca yanına bıraktı. Biraz gözlerini dinlendirip yoluna devam etmeye karar verdi. Bir taraftan da hayıflanarak söyleniyordu. “Senin gibi birine inanıp yola çıkanda kabahat! Tabi ya akılsız başın cezasını…” Matarasından bir kaç yudum su aldı ve oturduğu yerdeki otları temizlemeye başladı. Kuru otların altındaki toprağı eşeledikçe toprağın fazla yumuşak olduğunu fark etti.  Eline bir dal alıp kazmaya karar verdi. Biraz daha kazmasıyla dal zorlanmaya başlayınca, yüzeyi bir kaç kez dalın ucuyla tıklattı. Tok bir ses geliyordu. Çukuru biraz genişletti. Orda tahta olduğunu tahmin ettiği bir şey vardı. Antika bir müzik kutusunu andıran ahşap sandığın üstündeki toprağı temizledi ve o yazıyı gördü;

Şeftali Ağacının Dört Mevsimi. 

Hafif bir tık sesi kapağın açılmasına yetmişti. Kutunun içinde ikiye katlanmış dört farklı kağıt parçası vardı. En üstten başlayıp katlanmış kağıtları açmaya başladı;

İlkbahar 

Senin için ilkbahar geldi. Geceler kısalıp gündüzler uzamaya başladı artık. “Bana hissettirdiklerini seviyorum. Sanki her şey mümkünmüş gibi” demiş şair. Baharın hissettirdikleri gibi. Sen mevsimlerin her birinde bir dünya olacaksın. Benim dünyam çok küçük şeftali ağacı hem de çok küçük, ama bir o kadar da büyük… Koca bir dünyanın içinde o kadar az yer kaplıyorum ki nerede başlayıp nerede bittiğimi ölçemiyorum. 

Senin için tohumunu delip geçme mevsimi…Yol ver kendine, gizlenmeyi bırak artık. Öfkeni, küskünlüğünü, kırılmışlığını ve sevgini…Gizlemek; başını kuma gömmüş devekuşu kadar gülünç , ciddiye almaya değmeyecek bir şey. Her şeyi fazla ciddiye almıyor musun? Bazen ise ciddiye almayı bile ciddiye almıyorsun. Tek bildiğim, korku kabuğunu kök salmak için giydin ve artık çıkarma vakti.Korku, tehlikelerin sana ulaşmasını engelledi, huzur getirdi ve yanında bir şey daha; yalnızlık. 

 

 

Yaz 

Yeşil…açık yeşil, koyu yeşil, haki ,fıstık, pastel ,zümrüt, avcı yeşili… Bir de ıhlamur yaprağı yeşili var. Hemen yanındaki vadide dizilmiş ıhlamur ağaçlarının yapraklarını görüyor musun? Bir renk türü olarak hiç bir yerde geçmez. Gerçek bir ıhlamur yaprağını sadece ağacında görebilirsin. Her rüzgar estiğinde titreyen kokulu tomurcukları ile beraber o eşsiz tonuyla tüm ağacı kaplayan oval hafif tırtıklı ıhlamur yapraklarını…Bir ıhlamur yaprağı gördüm bugün ve altında oynayan çocukların cıvıltılarını, yazın neşesini duydum. Sonra sakladım onu; uzun zamandır belleğimin en ücra köşesinde neredeyse silinmek üzereyken kendini hatırlatıp yeniden hatrıma gelen sımsıcak ve mayışık, ıhlamur yaprağını.

 

Sonbahar

Hepimiz birbirimize görünmez bağlarla bağlıyız. Anlamlandıramadığımız her iç çekiş bir başkasının içinde kopan bir çığlık aslında . Hissediyoruz. Hele ki aynı iç çekiş rastlaşmışsa aynı zaman boyutunda, o zaman paylaşıyoruz her birini. Ayrı yönlere yürüsek de, aynı çizgide ilerledikçe görünmez ipler tutuyor birbirimize bizi. Biraz yalpalasa anlıyoruz ipin titreşiminden ve duruyoruz, dengeliyoruz. Adımların dinginleştiğini anladığımızda gönül rahatlığıyla devam ediyoruz. Adını koyamadığımız bu şey ummadığın anda yoklar seni. İşte bu anı yaşamıştım demek istersin. Tekrarlıyor hissi o kadar net ve güçlüdür ki şüphesiz inandığın bir an’a dönüşür. Bir sonraki adımından eminsindir ve ip titremeye başlar. Artık geri adım atamazsın. En iyi adımını öne doğru atmak zorundasındır. İçini bir ürperti kaplar. Düşeceğini bilen kızıl bir akçaağaç yaprağı gibi, adım attığında olacağı bilirsin. Boşlukta süzülüyor olman gerektiği hissini iliklerine kadar duyarsın ama yerindesindir. Bu yüzden ne ileri ne de geri gidebilirsin. Kaçış yok, ipin üzerindesin. Hayatın ipinin üzerinde cambaz olmak… ve tam böyledir diğer cambazlarla görünmez bağlarla bağlanmak.

 

Kış 

Sana öteki vadiden bahsedeyim. Tanıdığım her şey, bildiğim her şey her zamankinden daha anlamlıydı. Konuşmalar doğru, gördüklerim gerçek, duyduklarım hissettiklerim hepsi gerçekti. Nezaket olsun diye söylenen sözler yoktu o zamanlarda. Ayıp olmasın diye ya da benliğini beslemek için yapılmazdı davranışlar. İçten gelirdi. Gerçek duygular barındırırdı. Belki bazıları soğuk ve sevimsiz olurdu o duyguların, bazıları da duru ve samimi… Gerçek olduğundan, söyleyene de söylenene de iyi gelirdi, şifalandırırdı. Tüm bunlar karşıdakinin kalbine ulaşırdı. Ego savaşlarının olmadığı, oyunların dönmediği, sade, düpedüz, olduğu kadarıyla…Gerçeklik buydu. Bu yüzden , anlam katardı hayata, hatıralarda kalırdı. Değerliydi. Gün ışığı vuran kristaller gibi kendiliğinden parlardı. 

Okuduğu kağıt parçalarını birer birer tekrar katladı. Birinin güncesi olmalı, diye düşündü. Her birini yerine koyacaktı ki, kutunun en altında bir not daha fark etti.

“Onları buldun demek! Bir kaç kağıt parçası ne işime yarayacak diye düşünüyorsun. Tıpkı benim gibi! Onlar, ne zaman vazgeçmek istersen o mevsimde açıp okuyacağın birer pusula. Sana yeniden seni hatırlatacak. Şimdi hepsini al ve yerine kendi dört notunu bırak. Şeftali ağacı onları başka mevsime taşıyacak.”

İmza, Falcı.

​​​​​​​​​​​Esra  Dolunay

​​​​​​​​​​​       ON. 2023

Yazar: E.Dolunay

Ufkun ötesinden öyküler...

Yorum bırakın